Sanatin Düşünen, Yazan, Konuşan Yüreğinden, Tuvallerdeki Mistik Doğa Sessi̇zli̇ği̇ne… A.Celal Binzet
A.Celal Binzet \\ Röportaj: Semra Sancak

Sanat ve yazın dünyasında entelektüel donanımı, okuyan, yazan, tartışan, bilge kimliğinin yanı sıra bir o kadar da alçakgönüllü, içten, sıcak, sevecen ve dost kişiliği ile özel bir yeri olan A.Celal Binzet’i köşemizde konuk ediyoruz.  Resimlerindeki gemilerden birinde, açık mavi kocaman bir gökyüzünün altında, güler yüzlü bir kaptan ile kentleşmenin olmadığı, bozulmamış bir doğanın kıyısında seyrederken söyleşiyoruz.

Adıyaman’da geçen çocukluk yıllarınızın ardından resim sanatımızda önemli yeri olan pek çok isim gibi siz de eğitiminize Gazi Eğitim Enstitüsü’nde devam etmişsiniz. Sanatçı ocağı gibi bir okuldan sonra sanat serüveniniz nasıl devam etti hocam?
O güne değin ancak amatör bir merakla, biraz da elime geçen kitaplardan öğrenebildiklerimi okulun programlı eğitim sistemi altında geliştirebileceğim inancı egemen olmuştu. Her öğrencide olduğu gibi ilk günlerin her şeyi bilirim havası kaybolup zaman içinde derin bir öğrenme sürecine bıraktı yerini. Gazi Eğitim’in o anıtsal yapısı içinde öğrenim görmek, dahası, yatakhanenin bile aynı yerde olması inanılmaz gibiydi. Yeni kurulan arkadaşlıklar yanında, her biri yurdumuzun önemli sanatçısı öğretmenlerimizle birlikte büyük bir aile gibiydik. Böyle sıcak bir ortamda sanat öğrenmek başlı başına bir ayrıcalık oldu bizler için. Bugünden bakınca ne denli şanslı olduğuma inanıyorum. O günlerin aydınlık ve umut veren havası içinde sanatı her yönüyle tanımaya çalışıyordum. İkinci bir okul işlevi görevi gören o günlerin Güzel Sanatlar Galerisi Zafer Çarşısı’ndaydı. Önemli sergilere ev sahipliği yapması dışında bizler için usta sanatçılarla buluşma yeriydi aynı zamanda. Söz gelimi sık sık oraya gelip oturan Eşref Üren’le söyleşilerimiz sürer giderdi. Elbette öğretmenlerimizi unutmamam gerekiyor. Adnan Turani, Turan Erol, Mürşide İçmeli, Nevide Gökaydın, Nevzat Akoral, Hamza İnanç, Hidayet Telli ve Hüseyin Fehmi Özcan. Onlarla ilişkilerimiz ve öğrenme sürecimiz daha yoğun bir şekildeydi. Arada Orhan Peker de uğrardı. Bizler bu adlarla birlikte sanatı duyumsadık. Bu arada öğrenci bütçemdeki az parayla sanat konusundaki yayınları izlemek değişmeyen bir tutku oldu bende. Okulda geçecek belirli sürede olabildiği ölçüde sanatla yüzleşmenin yollarını arar olmuştum. Bunu söylerken yaşamı görmezden geldiğimiz söylenemezdi. Ders dışında kalan zamanlarda öğrencilik avareliği yaptığımız zamanlar da olmadı değil. Ama bunlar sanat tutkusunun önüne geçmedi hiçbir zaman.

Öğrencilik dönemi tam da ‘68 olaylarının ortasına denk geldi. Buradan hareketle, bu kuşağın içinde olduğumuz gerçeği ortaya çıkıyor. Sanatla birlikte ülke sorunları da gündemdeydi artık. Derken öğrencilik bitti. Artık öğrencilik yerine başka bir kimliğim olmuştu. Uzun ve çalkantılı yıllar içinde öğretmenlik ve grafikerlik yaptım. Son olarak Gazi Üniversitesi Resim Bölümü’nde davet üzerine beş yıl grafik dersleri verdim. Bu görevler sırasında sanatla olan ilgim hep sürdü. Resim sergileri yanında İstanbul’da yayımlanan sanat dergilerinde inceleme yazılarım çıkmaya başlamıştı.

Hocam sizi çok yönlülüğünüzle ve derinliğinizle tanıyoruz.  Resmin yanı sıra grafik, karikatür, yazarlık, sanat eleştirmenliği, sanatın örgütsel yapısı ile ilgili çalışmalar, dernekçilik. Hepsinde de toplumsal sorumluluk, çağdaş sanatın sorunlarına katkı görüyoruz. Yaşamınızdaki yeri ve anlamlarından bahseder misiniz?
Bu saydıklarınıza bakınca ben de şaşırmıyor değilim. Tüm bunlar bence çok iddialı konular. Sanki tümüyle birden aynı anda uğraşılmış gibi. Bu yanıltıcı olur. Şöyle açıklamaya çalışayım. Bir dönem öğretmenlikten sonra katıldığım bir kurs sonrası Film-Radyo ve Televizyon ile Eğitim Merkezi’ne grafiker olarak çağrıldım. Buradayken bir yandan televizyonun eğitim programları için görsel yönü ağır basan düzenlemeler yaparken öte yandan kitap,  broşür kapakları, film şeritleri hazırladım. Grafikerlik o günlerin görev konusuydu. Ondan önce kısa süren bir karikatür çalışma dönemim olmuştu. Yaptıklarımdan birisi Türkiye birinciliğine, bir diğeri de Karikatürcüler Derneği Özel Ödülü’ne değer görüldü. Ama bu alanda çalışmayı bıraktım.  O defteri kapadım artık. Bugün yalnızca izleyici konumundayım. Çünkü ciddi anlamda ilgilenmeyi gerektiriyor.

Sanat yazarlığına gelince onu okumanın doğal bir uzantısı olarak gördüğümü belirtmeliyim. Uzun yıllardan beri sanat üzerine yazdıklarım belli başlı dergilerde yayımlandı, yayımlanıyor. Sözü edilen sanat dergilerinde yazılarımın yayınlanması 25 yılı aşkın bir geçmişe sahip. Gazetedeki haftalık yazılarım 8 yıldır aralıksız sürmekte. Bu arada televizyon ve radyoda hem düzenli programlar hem de değişik tarihlerde yayınlanan sanat odaklı sunumlarım oldu. Doğaldır ki, 40 yılı aşan bir süreden beri sanatla iç içeyim. Bu süreçte sanat örgütlerinin dışında kalmam düşünülemezdi. Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneği’nin (BRHD) üyesiyim. 1996-98 döneminde Başkanlık görevini üstlendim. Daha sonraları, Çağdaş Sanatlar Vakfı’nda (ÇAĞSAV) kurucu üye olarak yer aldım.  Bu arada ilginç bir örgüt deneyimim daha oldu. Bilindiği gibi 1950’li yıllarda Unesco tarafından kurulan Sanat Tenkitçileri Cemiyeti (AICA) Fransa’da kuruldu. Adı geçen kuruluşun Türkiye bölümü başkanlığını Prof. Dr. Suut Kemal Yetkin ölümüne değin üstlenmişti. 12 Eylül 1980 darbesiyle Dernekler Yasası ortadan kaldırıldığı için bu kuruluş da yok edildi. Aradan birkaç yıl geçince Unesco Türkiye’yi protesto etmeye başlamış. Bizden giden yanıtlar örgütlerin kapatıldığı yolunda. Ama onlar, yasa dışı terör örgütüyle bir sanat örgütünün aynı torba içinde düşünülmesini bir türlü anlamıyorlar. Son protestodan sonra artık yabancılar bizim ne denli demokrasi sevdalısı olduğumuzu anlasınlar diye derneğin açılması yolunda ilgililere buyruk vermişler. Adnan Turani beni çağırarak benden kurucu üye olmam için gereken belgeleri hazırlamamı istedi. Sonunda gerekli yerlere iletilen belgelerden adım çıkarılmıştı. Çünkü o günkü yasaya göre devlet memuru olduğum için herhangi bir örgütte kurucu üye olmam yasakmış. Bunu, Türkiye’nin düşünce alanında nerelerde kaldığını göstermesi bakımından anlatıyorum.

Toplumsal sorunları algılayış ve yorumlayışınızda, hayranı olduğum zengin bir araştırma, değerlendirme, sorgulama, başkaldırma tarzınıza karşılık; kendinizi tanımladığınız üzere “Doğanın sessiz gözlemcisi” olarak resimlerinizdeki alabildiğine dinginlik, sadelik ve huzur doğaya tutku ya da özlemin yansıması mı?
Sözünü ettiğiniz o dinginlikler, sanıyorum toplumsal kargaşaya karşı bir karşı-duruş olmalı. Zaten yeterince karanlığın egemenliğindeki toz duman arasında bir kaçış sayılabilir benim yaklaşımım. Ayrıca söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama sanatta anlatım yolu daha önemlidir kanımca. Doğa yorumlamasında biçimin içerikle örtüşmesi bu açıdan bir anlam kazanır. Böyle bakınca çalışmalarım, doğadan benim seçtiğim görsel notlar olarak da yorumlanabilir. Yaşadığımız beton çirkinliklerin arasından doğaya duyulan özlem neden olmasın bu notlarda…

Sergilerinizden ve ödüllerinizden bahseder misiniz?
Bugüne değin çok sayıda kişisel sergim oldu. Karma sergilerin sayısını kestiremiyorum bile. Gazi Eğitimi bitirmemden bu yana 41 yıl geçmiş. Onca zamana yayılmış bir yığın etkinlik olması çok doğal. İsterseniz en sonuncusundan söz edeyim. İçinde bulunduğumuz ay Gözde Sanat Galerisi son çalışmalarımı sergiliyor. Bu işin bir öncesi var doğallıkla. Resimlerin galeriye gelmeden geçirdiği serüvenden söz ediyorum. Atölye, bir tür sanat mutfağı olarak yorumlanabilir. Orada bir konu üzerinde yoğunlaşırken değişik malzemelerin kullanımıyla ortaya çıkacak sonuçları izlemeye alıyorum. Bir tür hesaplaşma gibi. Sergide çoğunlukla yağlıboyalar izleniyor ama onların öncesinde, bir dizi olgunlaşma sürecinin alıştırmalarını yaparım. Sanatı, bu sürecin coşkusunu yaşamak olarak algılamalı.

Son dönem çalışmalarınız ve projelerinizden bahseder misiniz?
Demin söylediğim gibi, içinde bulunduğumuz bu ay Gözde Sanat Galerisi’nde bir sergim var. Önümüzdeki yıllara yönelik sergi projelerimden söz ederken çoğunlukla yılda bir kişisel sergi açtığımı vurgulamalıyım. Bence, bu zaman aralığına yayılan en coşku verici yön, her gün atölye ortamında sanat üzerine az ya da çok düşünmek ve uğraşmaktır. O sürecin geldiği yerde, malzeme olanaklarının verdiği araştırmalarla ortaya çıkarılmaya çalışılan biçim ve renk ilişkileri vardır artık. İşin en güzel yanı, bu aşamada öznelliğin öne çıkmasıdır. Sanatın, bu anlamda kişiselliğin damgasını taşıyan ama onun evrensel kurallarının göz ardı edilmediği bir oyun olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Resim dışında sanat yazılarına gelince… Bilindiği gibi Cumhuriyet Gazetesi Ankara bölümünde her hafta Çarşamba günleri yazıyorum. Çoğunlukla kentimizdeki sanat etkinlikleri üzerine bunlar. Ama genel sanat sorunlarına yer verdiğim de oluyor.  Daha geniş boyutlu (ve öyle olduğu için de daha zenginleştirilmiş) yazılarım İstanbul’da yayımlanan aylık plastik sanatlar dergisi RH+Magazin’de yer almakta. Yazılarımın bir bölümünü internet ortamında, “dergisanat”ta görmek de olası.

Geçtiğimiz yıl TRT için “Modernleşme Ekseninde Türkiye” adlı uzun bir programın kültür ve sanat bölümünde yer aldım. Tam bir ekip çalışması o. Zaman zaman başka başlıklar altında yayınlar olmuyor değil. Televizyonların değişik kanallarındaki sanat programlarında yer aldığımı söyleyebilirim. Bunların belirli bir zamanı olmuyor çoğunlukla. Yine panel, söyleşi ve sempozyum gibi etkinlikler için de aynı şeyi söyleyebilirim. Değişik illerde birçok üniversite ve kurumlar öncülüğünde hazırlanan bu tür düzenlemelerde konuşmacı olarak bulundum, bildiriler sundum. Bakalım önümüzdeki günler nelerle karşılaşacağız?Bitirirken işin en önemli yanına geliyorum. Sanatın yaygınlaştırılması adına önemli bir görev üstlendiğinizi ve başarıyla sürdürdüğünüzü söylemeden geçmek haksızlık olacak. Hepimiz, toplumun hücrelerine sanatı taşıma adına üzerimize düşeni yapmakla yükümlüyüz. Sizin o içten ve sıcak bakış açınızla sanatı bir adım daha ileriye götürebilirsek ne iyi. Bunun için kendi adıma ve sanat adına teşekkür ediyorum size.