Leonardo, Michelangelo ve Raphael diyor ki: “Bize dokunabilirsiz !”
Duygu Merzifonluoğlu

Şu an geçmişin ağır yıkıcılığı altında resmen eziliyorum.
Tüm yansımalar durgun artık.
Burası “Dünya Sanat Tarihi” kitabımın “15. ve 16. yüzyıl İtalya’ sında hümanist imgeler ve sanat başkalaşımları” bölümünün modernize edilmiş hali gibi sanki...
Başlığı güzel içi bir tuhaf sanki…
Anlaşılması güç tüm o kayıp zamanlar gibi.
Sergi girişinde Ulak Giancarlo Bontempi ile tanıştım. Herkese olduğu gibi bana da sergi süresince eşlik etti. Çıktım, gidiyorum. 9 Haziran Cumartesi, Tophane-i Amire çıkış holü…

Sergiyi, aynı benim gibi sıcak bir İstanbul sabahı ya da aksam üstüsünde, Tophane-i Amire’ nin o yakıcı taşlarını hissede hissede gezeceğinizi varsayarak anlatmaya başlıyorum. Hani bilinmezlikten ötürü "kayıp" olan, dışarıdan karanlık görünen, fakat kendi içinde mucizevi bir aydınlanma barındıran bazı anlar vardır ya... İşte “The Great Masters” bu aydınlanma anlarından birini yaşatıyor size ve normal sergi düzeneklerinde elinizi değmekten korktuğunuz tablolara, 21. yüzyıl keşiflerinin ve tabi modernizmin de yardımıyla bırakın parmak izinizi, tüm elinizin izini bırakabileceğinizi söylüyor. Fazla interaktiflikten ötürü bir türlü terk edemeyeceğiniz bu tuhaf sergi ortamında sizi bekleyenlere gelince.

Her şeyden önce, sevgili Leonardo, Michelangelo ve Raphae’in, Avrupa’da ilk kez İstanbul'da böylesi bir interaktif sergi aracılığıyla sizlerle olduğunu düşününce sergiyi daha da bir burnu havada gezmeye başlıyorsunuz. Bir kere ilk labirentte karşılaşacağınız Michelangelo’nun Sistine Şapeli’ndeki eserlerini eminim gerçek yerinde, Roma’ da bile bu kadar iyi görememiş olduğunuzu düşünecek ve bu hissettiğinizi kimseye söylememe gereksinimi duyacaksınız. Davud heykeline istediğiniz kadar dokunun, fotoğrafını çekin. Kimse size karışmıyor. Evet , aslı değil. Evet taklit aslını yaşatır ancak ömrünüz boyunca hiç bir taklide aslından ötürü bu kadar hayranlık besleyemeyeceğinizden emin olabilirsiniz. Leonardo’nun Son Yemek freski ise bugüne kadar izlediğiniz “Da Vinci” şifreli tüm kitap ve filmleri rafa kaldırtacak cinsten. Tüm ihtişamı ve gerçek boyutu ile karşınızda duran gerçek dışı freske bakıp bir de üstüne “İçinizden biri bana ihanet edecek! Ama kim?” sorusunu sorup, freskin yanındaki ekranlarda, 90’ larda çokça görmeye alışkın olduğunuz oyun makinalarındaki gibi aynı İsa’ nın havarileri ile oynamaya başlıyorsunuz. Kimdir, ne yapar ve yortu günü nedir öğrenip, ihanet eden o havariyi bir kez daha bulup, oyun makinası görünümlü ekranları sıradakine bırakıp uzaklaşıyorsunuz. Bu arada Leonardo’ nun anatomi çalışmalarını görünce ve bir kadavra maketinin içinde olduğu o minik camdan kafanızı uzatınca anlayacaksınız ki Leonardo’ yu gerçekten anlayamıyorsunuz. Marilyn Monroe’ nun güzelliği için söylediği, Leonardo’ nunsa dehasına kolaylıkla uyarlanabilecek olan “İçinde yaşamak zorunda olduğum şu bedenle ilgili ne bilebilirsin ki?” sözünü düşünecek ve gerçekten Leonardo’ nun sıra dışılığını nasıl sıradan kabul ettiğini anlamakta güçlük çekeceksiniz. Vitrivius Adamı’nda ise fotoğraf makinalarınızı hazırlayın. Leonardo'nun hem hizmetkarı hem dostu hem de bazı kaynaklara göre sevgilisi olarak bilinen “İl Salaino”nun Vitrivius Adamı olduğunu ileri sürdüğü o meşhur kare ve yuvarlak oran içinde kendinizi bulacaksınız. Ve kollarınızı Titanikvari açıp kendinizi ölçmeye çalışacak ve bundan da inanılmaz bir haz alacaksınız. Bu arada Raphael’ in birçok resmini ve “Atina Okulu” freskinin detaylarını, freskin önünde duran koltuklara oturup öyle dinleyecek, onca eseri 37 yıla nasıl sığdırdığını anlayamayacak ve tam da 37’nci doğum gününde bu dünyadan ayrılan Raphael'i saygıyla anacaksınız.

Bu sergiye adım attığınız ilk andan itibaren, size çeşitli yolculuklarda verilmesine alışkın olduğunuz kulaklıklara bu sefer bir de mikrofon tipli, bir karışlık, uzaktan kumandaların eklenmiş olduğunu göreceksiniz. Etrafınızda dolanan 7'den 70'e herkeste olduğu için kendinizi garip hissetmediğiniz bu techizatla sergiyi gezerken, bir yandan da sanki bir uzay üssündeymişsiniz de görünmez düşmanlara ateş ediyormuşsunuz hissine kapılacaksınız. Tabi arada ani bir refleksle kendinizi koruduğunuz anlar da oluyor olacak; fakat asla durmayacaksınız. Tarafsız bir gözle izleyince gülmeden edemeyeceğiniz bu durum inanın bana 16’ nci yüzyıl İtalyası’ nın teknolojiyle bu derece ahenkle dans edebileceğine görmeseniz inanmayacağınız bir tecrübe olarak geri dönecek size.

Not: Hayatlar içerisinde atlanan, yaşanmayan, olmayan bir zaman olduğunu zannetmiyorum. Salt yaşamak zaten böyle zamanların bir yansıması olduğu zaman anlamlı. Bu büyük adamlar için, yani Leonardo, Michelangelo, Raphael için zor kavramı, zoru onların yapma isteklerinin yanında hep az kaldı. Onlar gördüklerini, başlarına gelen her şeyi sanata, yani güzele dönüştürmesini bildiler. Hadi, sıra sizde!

Unutmayın, başınıza gelen her şey güzeldir, maksat baktığınızı değil size bakanı görmekte.